24 Kasım 2013 Pazar

Bisiklet ile İlk Turum İstanbul-İzmir

İstanbul-İzmir

      -Güzergah mesafesi:400km
      -Duraklar: Susurluk, Burhaniye, İzmir
      -Süre: 3 gün
      -Harcanan para: 150tl civarı
      -Tarih: 10 15 Eylül falan

Evden İlk Çıkış

      Sabah saat 6 da, tam da planladığım gibi, evden çıkmış ve yola koyulmuştum. Şimdi Kadıköye gidip oradan saat 7 vapuruna yetşimem gerekiyordu. Normal Kartal-Kadıköy arasını egzesizlerim ile 45dk ye kadar düşümüştüm. Bu sefer yüklü olduğum için biraz daha uzun süreceğini tahmin edebiliyordum bu yüzden kendime 1 saat verdim. Nitekim sonunda da 50dk de Kadıköy'deki Kabataş iskelesindeydim. Yolda bagaj iplerimi tekrardan bağlamak zorunda kalmama rağmen. 
      
      Hemen vapura bindim ve Kabataş'a geçtim. Şimdi BUDO(Bursa Deniz Otobüsü) ne binmem gerekiyordu. İskelede insanlara sordum ve gösterdiler yeri, hemen yanımdaymış. BUDO ya gittim fakat saat 8 de açılacaklarını söylediler. Bekledim ve vakit geldiğinde biletimi alıp içeriye geçtim. Normalde x-ray cihazından geçmeniz gerekiyor Allah'tan oradaki abiye benden bagajları sökmemi istememesini rica ettiğimde kabul etti. Zaten bağlayana kadar neler çektim. Şu bagaj bağlamasında şimdi sıkıntı çekiyorum ama gittikçe iyileşeceğim biliyorum. 




      İçeriye girdim bisikletimi diğer tarafta dışarıya park ettim. İçeriden bir icetea aldım ve dışarıda oturdum. Yanıma bir genç oturdu başladık muhabbete. E tabi konu bisikletten açılarak başlıyor muhabbet. Bu durumu yaşamak istiyordum zaten önceden beri. Başka bisikletçilerin bloglarını okuduğumdan beri. Ve şimdi yaşıyordum. İzmir'e gidene kadar da yaşamaya devam edecektim.





      Vapura bimdim. Hemen bisikletim için bana özel bir yer gösterdiler. Bu arada bisiklet için para ödenmiyor normalde BUDO'da ama sadece sayılı sayıda bisiklet için. Yani sizden önce kota dolmuş ise bisikletiniz içinde para ödersiniz. Detaylara BUDO nun sitesinden ulaşabilirsiniz. Bu havada bisiklet süren kişinin çok olamayacağına güvenerekten ben önceden bilet almadım. 
      Gece geç yatmam ve sabahın köründe kalkmamın etkileri ile vapurda bi güzel uyudum. Uyandığımda kendimi çok da enerjik hissetmiyorudum ama biliyorum ki bisikletin üstüne bindiğimde geçecek. Öyle de oldu. 

      İskeleden çıktım karşıdaki parka sürdüm. İlk sefer Susurluk. Şimdi yol tarifi için önüme gelen ilk insana danışacağım. Karşıma bir kız çıktı "Susurluk yolu ne tarafa?" diye sordum. Bilemedi haliyle. Susurluk ile Mudanya arası 120 km hehe. En iyisi ben orta yaşlı bir erkeğe sorayım diye düşündüm. Ve ilk sorduğum abiden cevabı aldım. Bursa otobanına doğru yola koyuldum. Otobanların bisiklete yasak olduğunu biliyorum ama en uygun yol bu olduğundan, ben otobanı kullanacağım.

      Daha ilk baştan yol çalışmaları karşıladı beni. Yol çalışmalarını seviyorum çünkü iş makinelerini geçtikten hemen sonra kapatılan yol benim için kapatılmış sayılmıyor. Hemen oraya atlıyorum ve yolun ortasından sürmenin keyfini çıkartıyorum. Sevmediğim yanı ise iş makinelerinden önce sıkışıklık olması. Trafik anlamında değil, iki tır aynı yoldan geçmeye çalışınca emniyet şeridi pekte emniyetli olmamaya başlıyor. 

      Mudanyadan otobana çıkarkenki güzelim dik ve uzun yokuşa başlıyorum. Gittikçe de soyunmaya başlıyorum. E hararet yapıyor tabi vücut hehe. Allah'tan hava bulutlu da güneşe maruz kalmıyorum. Bu hava, benim en sevdiğim havalardan. Yokuşu bitirdiğim gibi hemen başlıyorum soyunmaya. Kutlama olsun diye değil tabi. Terli içliğimi çıkartıyorum ve yüklerin iplerinin arasına sıkıştırıyorum. Kuru elbiseyi tekrardan giyip devam ediyorum yoluma. Şimdi hızlanacağım, hasta olmak istemem daha ilk günden.

      Neyse otobana çıktım sonunda. Ulubat gölünü soluma aldım ve başladım sabah 10:30 saatlerinde boş otobanın keyfini sürmeye. Alabildiğine düz ve uzun. Hızım saatte 25 27 kmlerde otobanın keyfini sürüyorum. Ve sürekli okuyupta yaşamak istediğim bir olayı daha yaşamaya başlıyorum. İlk başta biraz garipsesem, hatta kötü algılasamda sonradan anlıyorum ki arabalar bana yol ver diye korna çalmıyor, selam veriyorlar, destekliyorlar. Ülkemizde bisiklet sürüşü bırak şehir dışı, şehir içi bile çok yoğun olmadığından şaşırıyorlar insanlar haliyle. Kimisi deli diyor, kimisi ise onunda geçmişteki hayallerinden biri olduğu için ve bunu canlı canlı yapan birisine rastladığı için heyecanlanıyor ve selam veriyor. Özellikle de tır şöförleri çok babacan yaklaşıyorlar. 

      Güneş açmaya başladı iyicene ve bende iyiden iyiye susadım. Küçük su şişemde tükendi. E ne yapacağım şimdi? Buraya kadar şöförlerden gördüğüm güzel tepkilere güvenerekten su otostopu çekmeye karar verdim. Arkama baktım, bir kamyonet geliyor. Elimle susadığımı ve su istediğimi anlattım 1 buçuk saniyede. Abi de Allah razı olsun hemen sinyali çaktı ve çekiverdi sağa. Yanaştım yanına, selamımı verdim, su istedim. Direk çıkarı verdi şişeyi bana, kalsın dedi. Allah razı olsun dedim tebessüm ile, ikimizde devam ettik yollarımıza.  

      Bursa otogarı tabelasını geçtim. Görükle tabelası gördüm, orayıda geçtim. Bi yarım saat sonra uğramadığım için pişman olacağım, bir hafta sonra da uğramadığıma memnun olacağım bir yerdi burası. 
    Uludağ üniversitesinin hemen yanındaki bir köy Görükle. Ama %95 inin öğrenci olduğu bir köy. Uğrasaydım belkide orayı çok sevecektim, belki orada mola vermek isteyeceki nefsim. Komple öğrenci olması gençliğime çekici gelen bir özellik çünkü. Hiç yoktan günaha girmenin alemi yok hehe. 
  
      İlerde iki tane araba gördüm. Bende yorulmuştum zaten o yüzden yanlarına gidince bi mola vereyim diye düşündüm. Durduğum gibi muhabbet nereden geliyorsun diye açıldı hemen. Güzel, kısa bir konuşmadan sonra arkadaki araba gitti. Öndeki arabanın sahibi genç ile ben kaldık. Panelvan bir araba idi öndeki. Hemen bagaj kapağını açtı arkadaş benim için, yorgunumdur diye. Yol yardımmış bu arkadaş meğer. Bu muhabbette dedi bana "sen Görükle'ye uğramamak ile büyük hata yapmışsın" diye. Şöyle ortamı vardır, böyle ortamı vardır bla bla. Yolcu yolunda gerekir diyerekten zengin kalkışı yaptık ben, bisikletim ve eşyalarım. 

      Otobanın sonlarına doğru kocaman bir tır park alanına girdim su depomu doldurmak için. Gittim tırcı abilerin yemek yediği otobüsten yapılmış bir restoranta. Sularımı aldım sonra başladık muhabbete. Bu tırcılarda yolların magazin programı gibi hehe. Yolda şu vardı gördünüz mü? Asıl sen şunu gördün mü? falan. Hepsi beni görmüş zaten gelirken. İyi gidiyormuşum öyle dediler. Yaptığım işi de beni de çok sevmişler. İyi dedim abi o zaman yokuşlarda falan beni gördüğünüzde yavaşlayında bari tutunayım. Hepsi evet, tabi, ne demek falan deselerde hiç biri yavaşlamadı. 

      Otobandan çıkıp Balıkesir yoluna bağlandığımda üst geçit altında bir seyyar köfteci gördüm ve yemek molası verdim. Bu arada arkadaşlarım sağolsunlar benim halimi kontrol için mesaj atıyorlar, arıyorlar sürekli. Tabi molalarda bakıyorum ben bunlara. Yolda pek telefon ile ilgilenmiyorum.




      Ulubat gölünü artık gözle görebiliyordum. Havada tekrar bulutlanmaya başladı, bir de üstüne feci bir şekilde sis çökmeye. Seviyorum böyle havaları. Kasaba tabelalarını bir bir geçerken. Kafamda bir damla ıslaklık hissettim. "Ahada yağmur yağacak Vallaha". Daha dün aldığım yağmurluğu deneme fırsatı doğdu desene. Durdum, yağmurluğu giyindim ve yola koyuldum tekrardan. Tam ben hareket ettiğimde deli gibi yağmaya başladı. Profosyonelmiş gibi denk getirdiğim zamanlamamdan dolayı çok iyi hissettim kendimi hehe. 




      Bayılıyorum ben böyle yağmurlu havada sürmeye. Kendimi bildim bileli olmasa bile OMO'nun "Kirlenmek Güzeldir" temalı reklamlarında sonrası için kesin konuşabilirim. Yağmur, çamur güzel şeyler bunlar. Her ne kadar namaz için seccadeyi serecek kuru yer bulmak zorlaşsada. Bir o kadar daha güzelde hissettiriyor, diğer herşeyde olduğu gibi. İnsanın heves ile yaptığı işlerdeki zorluk derecesi arttıkça, hazda doğru orantılı artıyor. 

      Artık iyice öğlen saatleri olmaya başladı. Yağmur dindi, güneş tüm parlaklığı ile açtı. Öyle ki yolun yaptığı yansımadan önümü zor görüyorum, ama nasıl. Bildiğin yere bakarak sürüyorum arkadaş. Derken yerde ne göreyim. Bisikletçi güneş gözlüğü hehe. Bir an kendimi seçilmiş hissediyorum hehe. Gözlüğü taktığımda havamdan geçilmiyor. Kasıla kasıla kullanıyorum artık. Çünkü şu andan sonra dışarıdan tam bir sporcu olarak göründüğümü düşünüyorum. Daha sonra anlayacağım tabi bu gözlüğün bende mal gibi durduğunu. Hatta sadece bende mal gibi durduğunu. Pekte seçilmiş kişi olayı değil hehe. 


    
      Ben gözlüğün havasını yaşamya devam ederken tekrar yağmur yağmaya başladı, gözlük çıktı. Artık Susurluk'a kadar yağmur altında gideceğim. 

      Ulubat gölünü uzunlamasına bitirip Uluabat'a geldim. Hemen yol üstünde bir küçük marketin önünde oturan amcaların yanında mola verdim. Market sahibi amca sanki konuşacak adam arıyormuş gibi muhabbete başladık. Hoşumada gidiyor, sonuçta yolda tek olduğum için konuşacak kişileri gene yoldan bulmam gerek. Bu abi de bisikleti çok seviyormuş gençliğinden beri, o da aslında böyle şeyler yapmak istiyormuş. Ne diyeyim Allah nasip etsin. Marketten aldıklarımıda ikram olarak veriyor bana ve yola devam ediyorum. Artık düzlükler bitti, yokuş yukarı gidiyorum daha çok. 

      Susurluk'a son 30km kaldı. Gidiyorum gidiyorum ama km azalmıyor, yol bitmiyor. Aşırı derecede acıktm, artık bayılacağım yani o kadar. Hem yemeği Susurluk'ta yemek istiyorum, hemde yemeksiz oraya kadar dayanabilir miyim onu denemek istiyorum ve yemiyorum bir şey.

      Susurluk'a vardım, belediyenin tesisine girdim direk tost-ayran istedim. Geleni bitirdim aynısından bir tane daha istedim. Bu arada çalışanlarda yandaki masada muhabbet ediyorlar. Ama sadece bu tesisin çalışanları değil. Susurluk küçük bir yer olduğu için herkes birbirini tanıyor. Bide hepsi belediye çalışanı olunca daha da iyi tanıyorlar birbirlerini. Komşuya gider gibi ziyaret ediyorlar birbirlerini. 

      Buradakilerle öyle bir hal oldu ki, sanki bende burada yaşıyordum ve bende onları tanıyordum önceden beri. Bir yandan yemeğimi yerken bakışıyoruz masadakilele, bir yandan da bende gözümle bir dk yemeği yiyip geliyorum hemen yanınıza gibisinden işaret yapıyorum. Onlarda hadi bitir de artık muhabbet edelim diyorlar telepatik cevap ile hehe. 

      Neyse ben yemeği bitirdim direkt yan masaya geçtim oturdum yanlarına. "Nasıl gidiyor abi?" diye başladım konuşmaya. O kadar samimi bir sohbet olduki. Bisiklet ile İstanbul'dan gelmem hakkında şakarlar yapıp güldük. Bir yandan da sürekli başka yerlerdeki belediye çalışanları geliyor-gidiyor. Susurluk'un başkan hariç bütün belediyesini tanıdım resmen. Cidden eskiden burada yaşıyormuş gibi sıcak hissettim teriminde verdiği etki ile dondurucu olan hava soğuğunda. Ben çadır ve tulum ıslandığı için otele gidecektim ama onlar bunu bile istemediler. Gel buranın arkasında yat dediler. Normalde olsa sualsiz kabul eder sabaha kadar muhabbet ederdik ama iş öyle kolay değil abi. Günün büyük bir bölümünü yağmurlu havada gitmişim, pişik oldum artık hehe. Otele gidip pişik kremimi sürmem lazım hassas cildime hehe. Ben bütün detayları anlatmasam bile otelde kalmak istediğimde ısrar ettim. Bundan sonra bir seferberlik başladı. Herkes telefonlara sarıldı bana otel ayarlamak için. Belediyenin otelini arıyorlar yok, başka yer arıyorlar yok, orası yok, burası yok. Boş yer kalmamış Susurluk'ta. En son Dayının Yeri diye bir pansiyonda yer buluyorlar bana. Bir kaç abi önden gidip yerimi ayırtıyor bile. Ben hiç keyfimi bozmadan muhabbete, bir yandan da ikram gelen çaylara devam ediyorum, misafirim lan ben ilgilenin benimle havasında. 

      Aslında herkes ile isim olarak tanşıyorum ama benim isim hafızam çok kötü olduğu için unutuyorum hep. Bundan sonra Allah başka seferler nasip ederse yanımda not defteri götüreceğim böylece hiç bir ayrıntıyı kaçırmayacağım. 

      Aslında Susurluk belediye başkanı bu tesiste takılıyormuş hep. Ama bu ara havalar bozduğu için gelmiyormuş pek. Normalde beni görse kalacak yerimi bizzat kendisi ayarlarmış. İnşallah başka sefere artık. 

      Neyse saat geç oldu bende kaltım artık pansiyona gitmek için. 15 liraya 2 kişilik bir oda ayırtmışlar bana ama ben tek kalacağım. Yeterli bir yerdi ben beğendim. Bir yatağa eşyalarımı serdim. Krem falan sürdüm sonra çıktım dışarı. Telefonumu şarj etmem lazım çünkü. Yandaki lokantaya sordum ince uçlu yok. Az daha devam ettim bir dinlenme tesisine girdim. Oradaki hızlı şarj makinesine taktım. Baktım tesisin yanında da araba yıkanan yer var. E bisiklette çamur içinde. İyi dedim en iyisi burada yıkatmak, öyle silmek ile bitmez bu çamur. Gittim abi dedim şunu bi yıkayı ver. Sağolsun o da kırmadı beni yıkadı baştan aşağıya. "Kaç yıllık yıkamacıyım ama ilk kez bisiklet yıkıyorum" dedi. Onunda hoşuna gitti benimde hoşuma gitti. Bıcı bıcı bittikten sonra bende bir çay içtim, pansiyona geri gittim. Denemeye can attığım kas gevşeticimden bir adet attım. O da ne? bildiğin vücudum yumuşacık oldu. Pufuduk ayıyı döndüm resmen, derken uykuyada daldım. Şimdi benden kralı yok.

      Sabah 9 da uyandım hemen çantayı topladım indim aşağıya. Danışmaya bıraktığım bisikleti aldım, çantaları hızlıca bağladım. Evet daha şimdiden baya hızlandım.

      Ooo! hava bugün süper. Bulutlu ve kuru, tek kelimeyle harika. Geçen sefer ince uçlu şarj aleti bulamadığım lokantada 3 çeşit ev yemeğimi yedim, çayımı içtim, gözlüğümü taktım. Şimdi hazırım yola çıkmaya. Bugünki hedef Ören, Balıkesir.

      Balıkesir'e kadar mola vermeden gittim desem yeridir. Sadece arada suyumu doldurmak için benzin istasyonlarında durdum. Öğlen vakti Balıkesir'deydim. Çarşıda şöyle bi iki tur attıktan sonra büyük bir parka gittim. Böyle içinde havuz falan var. Çok güzel bir park. Orada havuz kenarındaki cafeye oturdum. Yemek yeme vakti geldi artık. İçeri gittim sipariş vermeye. 

      -Selamun aleyküm. Burada yiyecek ne var abi?
      -Aleyküm selam. Tost var olur mu?
      -Ne kadar?
      -Sende ne kadar var?
      -Sana ne kadar lazım? Aynı bu şekilde uzatıyoruz gevelemeyi abi ile birlikte. Sonuçta 5tl ye anlaşıyoruz. Eh gelmişken güzelim parka pahalı olsa bile bir şeyler yemek istiyorum bende. Ama sonradan anlıyorum ki pahalı değil ucuz bile yemişim. Çünkü abi beni çok sevmiş bile şimdiden. Sonradan yanıma geliyor oturup muhabbet ediyoruz. Çocuğu ve o da çok seviyormuş bisiklete binmeyi. Şehir içinde güzel havalarda onlarda ulaşımını bisiklet ile sağlıyorlarmış. Hatta o da istiyormuş böyle turlar yapmayı. 

      Neyse ben tostun gelmesini beklerken bi bakıyorum tost geliyor, yanında patates kızarması tomarla, yanında salata son olarakta çay geliyor. 5 liraya masa doldu hehe. Afiyetle yedikten sonra hesabı ödüyorum. Abi biraz bekletiyor beni. Bir kese kağıdına dolduruyor kuru pastaları. Tatlısı, tuzlusu hepsinden koyuyor fazlaca. Allah razı olsun diyorum. O da gene gelirsen kesin uğra bana tekrardan diyor, söz alıyor.

      

      
      Hadi bakalım yeterince dinlendim. Akşama kadar Burhaniye'da olmak istiyorum. Güzel hızlı hızlı geçiyorum kasabaları ama gittikçe dikleşmeye başlıyor yollar. Bugün aşacağım dağ 530 metre. Bir yandan yokuşlar dikleşiyor bir yandan güneş yakmaya başlıyor, dolayısıyla su tüketimim aşırı derecede artıyor. Neredeyse saatte 1 litre su tüketmeye başlıyorum. Her durduğum yerde soruyorum bu yokuşlar ne zaman bitecek diye, istisnasız herkes de bir kaç tepe daha kaldı onları aştın mı hep aşağıda doğru gideceksin diyor. Bende her seferinde heyecanlanarak aşıyorum o yokuşları ama tekrar yukarı hep yukarı. Bir ara hiç bitmeyecek sandım bu dağ. Neyse baya bi gittikten sonra bir yerde yemek molası verdim, yol kenarında güzel yeşillik bir yerde. Güzelcene bir köfte porsiyon yedim. Tamam dinledim dedim şimdi hızlıcana devam ederim yoluma. Az gittim yol kenaında domates biber falan satan bir abi el işareti edip bağırarak durduruyor beni. Hemen oturtuyor, meyve suyumu getiriyor. Başlıyoruz muhabbete. Abi, ne kadar güzel insanlardır bunlar ya. Misafirperverlik yapmak için yanıp tutuşuyor adeta. "Nereye gidiyorsun?" diye soruyor bana. Bende İzmir'e, okula gidiyorum diyorum. Böyle bir okuma aşkım var işte diye şakalaşıyoruz hehe. Benimle çok güzel ilgilendikten sonra Ayvalık'a vardığımda da onun evinde misafiri olmamı istiyor ama kabul edemiyorum maalesef. Çünkü bugün oraya kadar gidemem ve yarın da İzmir'e varmayı düşünüyorum. Neyse başka sefere İnşallah.

      Süper bir yokuş indikten sonra tekrar tırmanmaya başlıyorum. Dağın en üstlerine doğru o kadar dikleşiyorki eğim artık bisiklet üstünde gitmek, bisikletin yanında gitmekten daha verimsiz hale geldiğinden iniyorum ve yaya devam ediyorum.Hep o mu beni taşıyacak biraz da ben onu taşıyayım değil mi? Hem bu çıkışın inişine değecek biliyorum. Hemen hemen dağın en tepesinde bir bakıyorum ki yolun kenarında bir kamyon devrilmiş. Koşarak oraya gittim. Kamyonun yanında bir abi. Abi iyi misin? Yardım edecek bir şey var mı? falan. Abi tek ve Allah'tan burnu bile kanamadan kurtulmuş. Konuştuktan sonra vinç beklemekten başka yapılacak bir şey olmadığı için ben yoluma devam ediyorum.

      Artık tırmanma evresi sona erdi. Hadi Bismillah! Bir yardırmaya başladım yokuş aşağıya ama ne yardırış. Zaten 5-10 dk de indim, çıkmamın saatlerimi aldığı dağdan hehe. Yollar da kaymak gibi Maşallah yeni yapılmış gibi mübarek derken. Karayolları işçileri görülüyor ileride. Yeni yapılıyormuş hakket. İşçiler el ile çay işareti yapıp durdurdular beni. Bende durdum bir çay molası süper olur şimdi. İlk başta beni yabancı sandılar(bu da çok başıma geliyor cidden) ama sonra türkçe konuşunca ayrıcana sevindiler tekrardan. İşçi muhabbetine de bayılırım cidden. Çok samimi adamlar. Bisikletten, son çıkan asfalt yol yapma makinesine kadar konuşuyoruz. Herkes kendi alanında sunum yapıyor tabi hehe. 

      Bu yolların ihalesini alan firmanında Bayburt'lu olduğunu, yolda göreceğimi ve uğramamı söylüyorlar bana. Benimde Bayburt'lu olduğumu öğrenince. Son olarak da İzmir yolunda göreceğim Karayolları işçilerine de buradan selam götürmemi istiyorlar. Haydi aleyküm selam o zaman abiler. O yolları yapan firmanın binasınıda görüyorum yolda ama nedense uğramak gelmiyor içimden.

      Havranı geçtikten sonra ilk kez gps kullanmaya başlıyorum telefondan. Normalde insanlara sorarak ilerlemeyi seviyorum. Hem yolda bana avantaj sağlayacak bilgiler veriyorlar, hem de muhabbet iyi oluyor. 

      Sonunda Burhaniye'ye vardım. Bir yandan otellere bakınıyorum deniz kıyısına doğru ilerlerken. Ama bugün kamp kurmak istiyorum ben aslında. Neyse plaja vardım sonunda. Kimsecikler yok plajda, hava sıcak değil tabi, sadece bir tane ışık var, açık olan büfeden geliyor. Büfeyi orta yaşlı bir çift işletiyor bir tane de arkadaşları var yanlarında o sırada. Tam da yemek yemelerine denk getirdiğim için bi umut doğdu içimde.  Neyse gittim yanlarına başladık muhabbete. İşte nereden geliyorsun? Okuyor musun? falan. Biraz konuştuktan sonra... bak şimdi bi duygulandım he anımsayınca. 

      O gün çok fazla yokuş çıktığımdan çok yorulmuştum. Hemde zaman olarakta çok vakit geçmişti bisiklet üstünde, neredeyse gece olmuştu. İşte anne olunca insan böyle duyarlı oluyor. Benim o yorgunluğumu daha ben oraya varır varmaz anlamıştı abla. Ben abiler ile konuşurken o bir yandan biraz soğumuş çorbayı hemen tekrar ısıttı, salatasıydı suyuydu falan getirdi koydu önüme. Ben bir başladım yemeye ama nasıl, sanki günlerdir aç gibi. Ben tabakları boşalttıkça annem geri dolduruyor hemen. Bir yandan da bana şefkatlice bakıp konuşuyor "Yazık bak çocuğum nasıl acıkmış, ye oğlum ye istediğin kadar ye" diye. Karnımı tıka basa doyurdu ardından da hemen çayımı getirdi. Allah ondanda, kocasından da, çoluğundan çocuğundan hepsinden razı olsun İnşallah...

      Neyse yemekten sonra buralarda nerde kamp yeri olup olmadığını sordum. Yolu tarif etti bana abi. İki tane kamp yeri var Burhaniye de. İlk önce yakın olanına gittim sonra uzak olanına, Altın Kamp'a gittim. Eğer yolunuz Burhaniye'ye düşerse kesinlikle Altın Kamp'ta kalın derim size. Gezgin falan olmanıza gerek yok. Her türlü çok güzel bir yer. Denize sıfır, yeşillik bir mekan burası. Odası falan da var. Herşeyi var hatta. Mimariside çok güzel evlerin. Egeli ağzında bir çalışan abisi var dünyalar tatlısı. İsmi konusu malum hatırlamıyorum. Çok fazla müşterisi yoktu ben gittiğimde. İngiliz bir çift, bir Türk, iki de karavan vardı sanırım Alman. Gece 1'e 2'ye kadar muhabbet ediyoruz. Ben, abi, abinin hanımı ve Türk müşteri olan abla. Güzel samimi bir geceydi. Çadırımıda kumsalın hemen ilerisine ağaçların altına kurdum, sağlam bir uyku çektim. 

      Sabah 10 gibi kalktım. Geceden anlaşmıştık abi ile yarın denize girecez diye. Hemen şortu giydim çıktım dışarı. Abi hazırlanmış bile beni bekliyor, girdik denize. Su çok güzel bir serinlikte. Güzelce yüzdükten sonra aldım şampuanımı hemen duşa. Duşuda aldım ohhh benden iyisi yok Vallaha. Kahvaltıyı burada yapmadan yola koyuldum. İyiki de burada yapmamışım. 1 saat falan sürdükten sonra restoranı olan bir benzinlikte yaptım kahvaltımı. Ama nasıl bir kahvaltı. Restorant aşçısı abi İtalyan restoranında çalışmış daha önceden. Bir az pişmiş yumurta yaptı bana parmaklarımı yedim yeminle. Baya 8-10 çeşit bir kahvaltıydı. Arkamdan esen kuvvetli rüzgar ile de koyuldum yola. 

      Bir süre daha gittikten sonra Karayolları işçileri ile karşılarştım gene. Daha ben durmadan onlar aynı önceki işçi abiler gibi el ile çay işareti yaptılar ve durdurdular beni. Abi sürekli çay mı içiyorsunuz siz hehe. Az önce gelseydim yemek bile vereceklermiş bana da neyseki tokum. Önceki işçilerin selamını iade ettim, birazda muhabbetten sonra koyuldum yola tekrardan. Allaaah İzmir yolu bir şahane. Bir ara hızım 28 30 km ile gittim 1 buçuk saat falan.

      Yol kenarında hazırda bekleyen polisleri görünce bir mola vereyim dedim yanlarında. Başladık muhabbete. İşte hiç mi yorulmuyorsun? Ya lastiğin patladı? Nasıl güveniyorsun buna? falan. Abi dedim;

      -Sen benzinciye gittiğinde kaç psi basıyorsun arabanın lastiğine?
      -30 falan genelde.
      -İşte ben 75 psi basıyorum abi hehe.
      -Oha lan!! diyip bi lastiğe dokundu ki taş mübarek. Biraz daha oyalandım polis abilerle sonra yola devam ettim.

      Ben böyle 25 30 km/saat gidiyorum güzel falan ama hemencecik acıktım. Yol kenarında küçük bir yer gördüm orada durdum. Ooo! Mekan küçük, öyle lüks falan da değil ama süper bir yer. Abi "L" koltuk koymuş verandaya. Bayılırım "L" koltuğa. Aşırı derecede de ucuz. 4 liraya sucuklu yumurta söyledim ama yumurtalı sucuk geldi desem doğrudur hehe. Abi de bir o kadar muhabbeti güzel bir insan. Bu kadar ucuz olmasına rağmen tutunamamasından, insanların görünüşten dolayı burayı tercih etmediklerinden yakınıyor. Bir yandan dükkan yola çok yakın diye belediye ile başı belada falan. Allah yardım etsin ne diyim. 

      Ben bir yandan süper sucuklu yumurtamı yerken bir şey geçti önümüzden. O da ne? Enee bisikletli bir abi geçti lan önümüzden. O heyecanla hemen yemeği tıktım ağzıma, cebimdeki bozuklukarı verdim abiye. Alel acele çıktım yola bisikletliyi yakalayayım diye. Ben kalkarden mekan sahibi abi "Daha muhabbet edeydik" dediysede ben o heyecan ile onu hiç algılamadım bile. Sonradan hem biraz utandım hemde pişman oldum ama. Ben depar ile ilerleyerek öndeki bisikletli abiyi yakaladım. Selamlaştık başladık konuşmaya. Güzel güzel muhabbet ettik. Derken abiye nereye gittiğini sordum Ayvalık demesin mi. Az ileride ben buradan ayrılıyorum dedi gitti. Lan dedim şu kadar yolu beraber gitmek için mi güzelim mekandan kaltım ben. Neyse geride dönmeyeceğimden yapacak bir şey yok. Ben yoluma devam ettim. Bu arada ben tekrar acıktım bir köfte porsiyon daha yedim ilk gördüğüm yerde. Nasılsa son gün aban gitsin.

      Ard arda aldığım bu kadar yakıtla jet hızına çıkarak Aliağa'ya kadar gittim. Aliağa'dan izbana(izmir banliyösü) binip alsancak a aktaracam. Ama aynı Susurluk'a yaklaştıkça uzayan kilometreler gibi burada da kilometreler uzuyor sanki. Gece iyice çöktü bu arada. Doğal olarak yani. Sonuçta 11 12 gibi çıktım bugün yola. Bir ara yol öyle bir hal aldı ki; zifiri karanlık, yol lambası yok, hız kontrolü yok. Arabalar arkamdan deli gibi geliyorlar. Üstümde yansıyan yeleğim var ama sokak lambası olmadığı için arabaların ışığı vurmadan yansıyan bir şey olmuyor. Allah'a şükür kazasız belası atlattım o yolu. Aliağa'ya bir kaç km kala bagajlarım aşırı derecede sallanmaya, iplerim gevşemeye falan başladı. Durdum bir baktım ki bagaj taşıyıcımın sol arka kirişi üst kaynak yerinden kırılmış. Neyse Türk işi geçici uydurma bir şeyler yaptım hallettim onu sonunda Aliağa izban istasyonuna vardım.




                                                                      (Bagaj taşıyıcı)
      
      İzbana girdim. Bisikletimi ağır olduğu için merdivenden indiremeyeceğime, asansör ile indirmem gerektiğini zor bela olsa da kabul ettirttim görevli abiye. Trene bindim. Başarmış olmanın verdiği mutluluk ile haber bekleyen ailemi ve arkadaşlarımı hemen aradım. Alsancak'ta indim trenden. Çok garip bi mutluluk kapladı içimi. Normalde öyle Alsancak, Kordon falan oraları gezmeye aşık biri falan değilimdir. Ama bisiklet ile oralara kadar gelince, oraları bisiklet ile gezince çok hoş hissettim. Kemeraltı'na kadar içimde kelebekler uçuşarak sürdüm. Kemeraltı'nda Thales kafeye gittim. İzmir'e ilk geldiğimden beri gittiğim, dostlarımın olduğu samimi bir mekandır. Güzelcene karşıladılar beni. 

      Böylece ilk uzun mesafeli bisiklet turumu yapmış oldum. İnşallah bu sadece bir başlangıçtır. Yapabileceğime zaten inancım tamdı ama böylece bunu kendime kanıtlamış oldum, önemli olanda buydu zaten. 

      Bu yolculukta çok fazla fotoğraf çekmedim. Açıkçası telefonumun kamerası çok iyi olmadığından ve şarj cihazımda olmadığından birazcıkta ben istemedim. Başka bir sefer olursa inşallah bol fotoğraflı olur. Haydi Allah'a emanet..
      

     
      

13 yorum:

  1. Sıkılmadan okudum. Cidden çok güzel anılar yaşamışsın. İnşallah bu yaz beraber böyle bir şey yapabiliriz :)

    Sana tavsiyem anılarını tek bir konuda değil de böyle her gün 1 konu şeklinde haftaya bölebilirsin. Hem böylece ayrıntısıyla hatırlayabilir ve yazarken sıkılmazsın :)

    YanıtlaSil
  2. Berkaycım çok teşekkür ederim yorumun için. Senin ile beraber bir turun ne kadar eğlenceli geçeceğini kestiremiyorum bile. İnşallah yaparız =)

    YanıtlaSil
  3. Selamınaleyküm Talha abi bende istanbuldan izmir altinovaya bir tur planliyordum ve şansa bende bayburtluyum :))
    Ćok keyifli bir yolculuk gecirmşsin allah kaza bela vermesin

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim hemşerim =)

      Sil
    2. Bende boyle bir tur planlıyorum ve bende Bayburtluyum. :)

      Sil
  4. ben de tur yapmak istiyorum ama bayan olarak çıkmak cok zor olur mu sadece bu tereddütü yenemedim gitti :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla bende bayan olarak tur yapmadığım için bilemedim. Ama Şehir beldelerine tur yaparak kendini deneyebilirsin belki (^_^)

      Sil
  5. abi ne güzel anlatmışsın keşke bizler de böyle tur arkadaşları bulabilsek..

    YanıtlaSil
  6. S.A. kardeşim... Temmuzdaki yıllık iznimde bisiklet ile istanbul - datça yapmayı düşünüyorum... Yol konusunda tereddutlerim vardı amaaa seyahatnameni okuyunca rahatladım hatta şimdi kalkıp gidesim geldi �� ama istanbulda oturduğum için sonrası yola göre belki dönebilirim ��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yapmalısın, hatta yazmalısın da. Bana da link atarsan keyifle okurum =)

      Sil
  7. 13 14 ağustosta izmir-istanbul türü yapacağım eşlik etmek isteyen olursa instagram erkay aydoğdu :)

    YanıtlaSil
  8. Istanbul-izmir turu için eşlik etmek isteyen olursa kadir.birol@feyzi.com.tr

    YanıtlaSil